24.01.2024 tarihinde Instagram’ da yayınlanmıştır.
Doğduğumuz andan itibaren kendimizi ararız. Gelişimi diğer canlılara göre yavaş olan insan önce diğerlerinin gözlerinde, sözlerinde, davranışlarında kendine bir yer arar. Sonrasında bulduğu bu yere göre yaşamına yön verir. Ayağının takıldığı her yerde bu oluşturduğu ilk kendiliğe göre şekil alır. Her sarsıntı, ona bir format atma göreviyle onu bir altüst ettiğinde ve o sarsıntı sonrası fabrika ayarlarına döneceğinde bu ilk algıya gider, ordan yeniden başlar. Buradaki en kötü şey bu ilk kendilik algısını bizim ilk yıllarda henüz tam gelişmemişken ve bu gelişmemişlikten dolayı yakınlarımıza muhtaçken oluşturmuş olmamız. Yani yeterli olsaydık, hayatta kalmak için onlara da muhtaç olmazdık zaten. Onların gözünden bir kendilik oluşturmaya da ihtiyaç duymazdık. Bu henüz gelişimini tamamlamamış, henüz yetersiz canlının, o geçmiş zamanda ve çevresinde o dönem olanlarla oluşturduğu algının şimdiki zamanda, burda ve olgunlaşmış haliyle geçerli olması mümkün mü?
Aynalanma ihtiyacımız en temel ihtiyaçlarımızdandır. Bu yeteri kadar karşılanmadığında veya yanlış yapıldığında kendimizle ilgili yanlış algılarla yanlış bir benlik oluştururuz ki bu bazen özümüze tam ters yönde bir benlik bile olabilir. Bu yanılgıyla bir ömür yanlış bir hayat yaşamamak için kendimize kendi saf özümüzden bakmamız lazım. Kendimizi görmemiz lazım.
Anne babasının kabul etmediği yurda bıraktığı bir bebek düşünün. Bu bebeğin en büyük mirası değersizlik duygusu. O hak etmediği için, değersiz olduğu için bırakıldığını düşünüyor ki bu onun kendiliğinin belki de en önemli ve en acı parçası. Bunu farkedip yıkmak için kim bilir ne çok canı yanacak ve ne çok ilişkide güvenemeyip can yakacak. Ama olaya dışarıdan ve objektif baktığımızda o küçük masum bebek değersiz olabilir mi? Sadece anne babası bu değeri vermekte yetersiz insanlar. Hatta sorumluluklarını yerine getiremeyen, kusurları olan insanlar. Bu insanlar üzerinden ve o küçük savunmasız bebeğin o bırakıldığı dönemde algılayabildiği yetersizlikle oluşturduğu bu değer yargısını sürekli taşımak zorunda olması ne kadar acı, yıkıcı ve gerçeklikle uyumsuz değil mi?
Bu sebeple önce o sahte aynaların hepsini bir bir kırmamız lazım ki gerçeklerimize yer açılsın.