03.03.2024 tarihinde Instagram’ da yayınlanmıştır.
Eski binalarla aramda garip bir çekim oluyor. Hele bir de içi boş ve yıkılmak üzereyse sanki bir hortum beni içine doğru çekiyor gibi kapılıveriyorum girdabına. Bu binanın karşısındaki mekanda kahvaltı yapınca ben yemek yemekten ziyade gözlerimle içinde dolaştım durdum. O balkon kapısından girip karşı tarafa kadar düm düz giden koridorda salınarak yürüdüm. Yerlerdeki yıkıntıları süpürdüm. Kalan eşyalara düzen verdim. Ortalıkta uçuşan hikayeyi incitmeden bir toparlamak istedim ortalığı. O duvara dayalı görünen eşyanın dibinde biten otları sevdim, konuştum onlarla “ siz nasıl buldunuz bu betonun içinde açacak yer? Susuz, güneşsiz nasıl hayatta kalıyorsunuz?” dedim onlara. Ortalığa düzen verdim ama otları koparamadım. Mekanın sahibi onlar artık. Onlar da bilmiyor kimler gelmiş gitmiş. Herkes gidince açık pencereden rüzgar getirmiş tohumlarını. Evdeki nem de yetmiş tutunmaları için. Ne de olsa sahil kenarı, nem bol, onlar güçlü. Bitkilerin hikayeisini öğrendim ama hala duvarları konuşturamadım. Onlar mahremlerini anlatmıyorlar dışarıdan birine. Davetsiz misafirim sonuçta ben. Pencereye yaklaşıp yıllanmış ağaca sorayım dedim. O da dallarındaki kuşlarla ilgileniyordu. Misafirleri vardı, bana cevap veremedi bile. Sonra uçuşan kuşları takip etmeye başladım. Gözüm otobüs durağında bekleyen amcaya takıldı. Elinde bastonu ve sefer tasıyla bekleyen amcayı izledim bir süre. Amcamın önünde bir servis aracı durdu. Kapı açıldı, yanına bir beyefendi geldi. Elini amcanın omzuna koydu, gülümsedi ona. Elindeki sefer tasını aldı, yenisini verdi. 3-4 tane de ekmek verdi. Beli bükük amcam otobüs beklemiyormuş aslında. Birilerinin yolunu bekliyormuş. Ekmekler bir kucağında, sefer tası diğer elinde olunca bastonundan yardım alamaz oldu. Onu da koltuğunun altına sıkıştırdı. Ama kaldırıma çıkmakta zorlandı. Onu izlerken koşup tutsam elinden dedim. Evi yakın mı ki diye düşünürken baktım amcam yavaş yavaş gidiyor. İçimi kocaman bir mutluluk sardı. Aracın üzerindeki yazıyı okumaya çalıştım. Sanırım Mihrişah sultan vakfı gezici aşevi gibi bir şey yazıyordu.
Bu sessiz sedasız rüzgarlarla ekilen iyilik tohumları değil mi toplumları hayatta tutan. Yeter ki essin yel savrulsun tohumlar vesselam…