09.05.2024 tarihinde Instagram’ da yayınlanmıştır.
am kitaplığıma uzanıp bir kitaba bakacaktım ki bu ışık huzmesi beni çekti aldı bu dünyadan. Uzun zaman sonra bir durdum ve o anda kaldım. Işığı izledim. Derin bir iç çektim. Yaprağın rüzgarla dansını seyrettim. Sessizliğin kalbimi delen çığlığını duydum. Akışın içinde kaybolma isteği hissettim.
Kendime sürekli meşgale bulmakta uzmanlaştım zamanla. Oysa biliyorum nefes almaya ve durmaya da çok ihtiyacım var. Sürekli çalışan kalbim bile belli bir ritimle çalışıyor. Nedir benim bu durmaksızın kendime yaptığım gürültü?Yapılacaklar listemin zihnimdeki patırtısı. Oysa hayat nasıl da sakin akıyor. İnsan bütün gürültüsüyle doğaya da zulmediyor. Onun da ritmini bozup patlamalara sebep oluyor.
Neden yapıyor insan bunu kendine, doğaya?
Durmak ona ölümü mü hatırlatıyor?
Durunca sıkılmaktan mı korkuyor?
Sıkılmanın altında döngünün dışına atılmak mı var?
O zaman yaşamdan uzaklaşmış gibi mi hissediyor insan acaba kendini?
Ya da hep kaçtığımız kendimizle yüzleşmemiz mi gerekiyor durup sıkıldığımızda?
İnsan kendiyle baş başa ne yapacağını bilmiyor mu?
Kendini bir şeyler yapınca mı var ve değerli hissediyor?
Var olmak demek ne demek?
Var olmak ve mevcut olmak farklı şeyler mi?
İnsanın varlığı kendinden değil mi?
Mevcut olabilmek nesneye bile özgüyken insanın var olması ne şekilde olabiliyor?
İnsanın akışta var olması onun bütün bu dünyalık görev, sorumluluk, haz ve korkularının ötesinde değil mi?
Bir gül sadece durup açarak varlığını ortaya koymuyor mu?
İnsanın kendinden onca beklentisi de gene kibir mi?
Aslında duygularımızı tanıyıp doğru yönlendirebilirsek her duygunun bize anlattıkları var.
Oraya bir durup bakınca söylemek istedikleri var. Ama biz kendimizle ne yapacağımızı bilmiyoruz. Hiç kendimizle kalmıyoruz.
Mevcudiyetimiz bizim kararımız olmasa da var olabilmek, kaçmadan varlığımızı ortaya koyabilmek bizim kararımız. Paulo Coelho diyor ki; “ insanların olmamızı istediği kişi değiliz. Olmaya karar verdiğimiz kişiyiz.”
Çocuklar küçükken birbirlerini kızdırmak istediklerinde birbirlerine bebek diyorlardı. Ve diğeri durup kızıyordu “ ben bebek değilim” diye. Sonra koşup bana geliyorlardı onaylatmak için; “ anne ben bebek miyim?” diye.
Ne ara bıraktık acaba soru sormayı?