14.11.2022 tarihinde Instagram’ da yayınlanmıştır.
Son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biriydi diyebilirim. Bir şekilde hayatın o kısır akışına eşlik edemeyen yada ettirilmeyen, toplumun ötekisi olmaya mecbur kalmış yada bunu kendi kaybolmuşluğuyla kendi tercih etmiş olanları Dostoyevski, Cemil Meriç, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan kitapları üzerinden derlemiş harika bir deneme kitabı.
Başkalarının bakışları üzerinden kendimize ayna tuttuğumuzu ama bu bakışların görme yada hor görme olabileceği için aslında bir taraftan da bu bakışlardan nasıl da kaçtığımızı, ötekiler olmadan var olamadığımızı ama ötekilerin varlığının da bizi öteki yaparak nasıl da yaraladığını çok güzel anlatmış.
İş yerimde uzun zamandır küçük bir kertenkele ile yaşıyorum. Ara ara izlerini görüyorum ve kendisini de sadece bir defa gördüm. İlk izleriyle karşılaştığımda fare sanıp, ortalığı ayağa kaldırıp, bulunana kadar sıkı yönetim ilan ettiysem de kertenkele olduğunu anlayınca biraz rahatladım. Geçen gün onu düşünerek dedim ki “ oh mis gibi, çiçeklerimin arasında tek başına bir saltanat, çok şanslısın”.
Sonra onun bu yalnızlık fikrinden ürperdim ki yalnızlığı çok severim aslında. Dedim bu kadar varlık ve özgürlük içinde kimseler olmadan neye yarar elindekiler. Kime diyecek “bu koskoca odanın bütün çiçekleri bana ait, burası benim saltanatım”.
O saltanatını korumaya çalışmadan ne anlamı var ki onca varlığın?
Nasıl da muhtacız karşımızdakinin varlığına ve bizi görmesine. Bir o kadar da nasıl korkarız onların bakışlarından, bizi nasıl göreceklerinden…
Aynı hayat gibi, insanoğlu da bu kadar karma karışık ve tezatlarla doluyken tek sabit, değişmeyen ve mutlak olan ölüme doğru bu gidişimiz nasıl tuhaf…
Aradığımız tek mutlak gerçek, en korktuğumuz tek gerçek…
Bu kadar karışıklığın tek mutlak olan ölüm için olması da hayatın ironisi galiba…